Aksa Tufanı Meşru Bir Harekettir
- okukitap.net
- 16 Kas 2023
- 4 dakikada okunur
Aksa Tufanı Hareketi tamamen meşru bir harekettir. AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın, Aksa Tufanına yönelik “sivilleri hedef aldılar” şeklindeki eleştirilerinin de kıymeti bulunmamaktadır. Zira Aksa Tufanı hareketi hiçbir durumda savaşmayan insanları hedef almamıştır. Hedef yanılması ve kontrol dışı hareketlerle ilgili de Hamas gerekli açıklamaları yapmıştır. Aksa Tufanı Hareketine gayr-i meşru diyenler kendi meşruiyetlerini kaybederler.

“Aksa Tufanı”, beklenmedik bir zamanda İsrail’in güvenlik mimarisini darmadağınık ettiği için panik havasına neden olmuştur. Çünkü İsrail ve yanındaki ülkeler aslında karşılarında ordular beklerken bir anda bir avuç müslüman, orduların bile yaparken zorlanacağı eylemi hiç de zorlanmadan becerebilmişlerdir. Gazze Coğrafyasının 2,5 katı büyüklüğündeki alanı 48 saat boyunca kontrol eden ve İsrail’e ağır kayıplar yaşatan Kassam, aslında İsrail’in ne kadar da zayıf olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. İsrail artık dokunulabilir bir ülke olmuştur.
İsrail ve yanındaki ülkeler, güvenlik mimarisini yeniden sağlayabilmek için aslında nihai hedefi olmayan tarihin gördüğü en büyük saldırılardan birisine imza atmışlardır. Önce 2 milyon insanın yaşadığı Gazze’nin tüm elektrik ve suyunu kesmiş ve daha sonra da Gazze’ye gıda ve ilaç girişini durdurmuştur. Sürekli havadan ve karadan hedef gözetilmeksizin bombalar yağdırılmış ve saldırının ilk kırk gününde 12.000 insan ölmüş, binlerce insan enkaz altında kalmış ve 30.000 insan yaralanmıştır. Herhangi bir karşı müdahaleye karşı da Akdeniz’e Amerika, Fransız ve İngiliz Savaş Gemileri demir atmıştır. İslam Coğrafyasındaki hiçbir devlet, Gazze’ye yardım etmemiş adeta Gazze’nin diğer ülkelere ibret olması temin edilmeye çalışılmıştır. İsrail yetkilileri açık açık Gazze’deki bebeklerin ve hayvanların bile yok edileceğini ifade etmiş ve nükleer silah bile kullanabileceklerini ifade etmişlerdir.
İsrail’in Gazze’ye saldırmasının arkasında sanıldığının aksine stratejik bir hedef bulunmamaktadır. Tek yapmak istediği bölgede yeniden güvenlik mimarisini inşa edebilmektedir. Ortaya herhangi bir değer sunamadığı için rastgele saldırmaktan başka bir çare de bulamamaktadır. 40 günde her taraftan abluka altına aldıkları Kassam Mücahidlerini yenemeyen İsrail’in güvenlik mimarisini sağlaması da mümkün görünmemektedir. İslam Coğrafyasında başta Türkiye olmak üzere “İsrail’in kendini savunma hakkı var ama bebeklerin öldürülmesi kabul edilemez” türünde açıklamalar, İsrail’in güvenlik mimarisi oluşturma hakkı varmış gibi değerlendirilmekte ve Aksa Tufanı operasyonunun meşruiyeti tartışılmaktadır. “İsrail’in kendini savunma hakkı” meselesine öncelikle kavramsal açıdan yaklaşmakta fayda var.
Kur’an-ı Kerim’de İsmailoğlularına gönderilen Hz. Musa (as)’dan ve görevinden şöyle bahsedilir: “Andolsun, onlardan önce Firavun kavmini sınamıştık. Onlara değerli bir peygamber (Mûsâ) gelmişti. O şöyle demişti: “Allah’ın kullarını (esaret altındaki İsrailoğullarını) bana teslim edin. Çünkü ben güvenilir bir peygamberim. Allah’a karşı büyüklük taslamayın. Çünkü ben size apaçık bir delil getiriyorum.” (Duhan Suresi: 17-19) Dikkat edilirse büyük Peygamber Hz. Musa (as), İsrailoğullarını esaretten kurtarmak için gelmiştir. Bu esaret, insanların diğer insanlar üzerinde kanun koymalarıyla gerçekleşir. Hâkimiyet hakkının Allah’a tanınmamasıyla kurumsal hale dönüşür. Esasen İslam’ın gayesi kula kulluğa son vermektir. Sahabe-i Kiram İran’la yapılan Kadisiye savaşında ordu komutanı Sad b. Ebi Vakkas, Rebi b. Amir’i elçi olarak İran karargâhına yollamış ve O da savaşmalarının sebebini şöyle ifade etmiştir: “Biz, Allah’ın, insanları kula kul olmaktan kendisine kulluğa, dünyanın darlığından ahiretin genişliğine ve batıl dinlerin zulmünden İslâm’ın adaletine çıkaralım diye gönderdiği bir toplumuz.”
Hz. Ömer (ra) döneminde Kudüs, Rebi b. Amr’ın sınırlarını çizdiği hedefler doğrultusunda Dar’ul İslam’a katılmıştır. Dar’ul İslam, İslami hükümlerin egemen olduğu ülke demektir. Dikkat edilirse burada herhangi bir kavmin veya ideolojik kuralların hâkimiyetinden bahsetmiyoruz. Tamamen bir değerler sisteminden söz ediyoruz. İslam Fıkhında bir toprak parçasında İslami hükümler egemense o toprak parçası Dar’ul İslam sayılır. Eğer o toprak parçasında İslami hükümler egemen değilse bu toprak parçaları da Dar’ul Harp olarak kabul edilir. Kudüs, Hz. Ömer (ra) döneminden itibaren müslümanların vatanı haline gelmiştir. Burada bir başka incelik söz konusudur. İslam Fıkhı dışında hiçbir değerler dizisi, ideoloji veya din toprak hâkimiyetinin meşruiyetini “dine” dayandırmaz. Onların tamamında “mutlak galebe” ölçü alınır. Oysa Dar’ul İslam’da zimmet akdi ile (sözleşme) Yahudiler ve Hıristiyanlar yaşayabilir ve dini anlamda hiçbir zaman tatbikata uğramazlar. Yine Yahudi ve Hıristiyanlar, kendi okullarını kurabilir ve kendi aralarındaki meselelerde kendi mahkemelerine başvurabilirler. Ayrıca Dar’ul İslam’da askerlik de yapmazlar; onları dış veya iç saldırılara karşı müslümanlar korur ve bu koruma eylemi tamamen dini bir yükümlülüktür. Meseleye bu açıdan bakınca Yahudiler, Dar’ul İslam’da şu an İsrail’de bile yaşamaktan daha özgürdürler ve üstüne her türlü kötülükten korunmaktaydılar.
Müslümanlar “vatan” haline gelen memleketlerini korumakla mükelleflerdir. Düşman istilası bir memleketi hemen Dar’ul Harp haline getirmez. İslam’a göre bir Dar’ul İslam bir yerden işgal edilirse silsile halinde tüm dünya müslümanları için savaşmak “farz”dır. Eğer müslümanlar istila altındaki coğrafyayı koruyamaz ve İslam Fıkhı yürürlükten kalkarsa o toprak parçaları Dar’ul Harp haline gelir.
Filistin Toprakları, Birinci Dünya Savaşından bu yana istila altında olan İslam Topraklarındandır. Bu toprakların bir kısmında istila tamamlanmış (Dar’ul Harp haline) gelmiş bir kısmında ise istila devam etmektedir. İşin bir başka boyutu da şudur. İsrail ve yanındaki ülkeler bu coğrafyada sürekli olarak işgal hareketini genişletme faaliyeti içerisindedirler. Dolaysıyla Filistin’de hem Dar’ul Harp fıkhı hem de istila fıkhı iç içedir. Topraklarını savunmak ve sürekli olarak mücadele etmek müslümanlar için bir hak olmaktan öte mükellefiyettir.
Yahudilerin, muharref Tevrat’ta zikredilen “vaat edilmiş topraklar” meselesine gelince. Değiştirilmemiş Tevrat’ta bu vaadin geçtiğini farz etsek dâhi bu vaat İsrailoğullarından müslümanlar dâhil olmak üzere tüm müslümanlara vaat edilmiş bir müjde olarak değerlendirilir. Çünkü müslümanlar, Hz. Adem (as)’dan Hz. Muhammed (sav)’e kadar tüm peygamberlere iman eder. Hz. Musa (as)’ın küçük düşürülmesini İslam’dan çıkmak olarak değerlendirirler. Her müslüman, Hz. Musa (as)’a büyük saygı gösterir ve Tevrat’a da iman eder. İsrail’in vaat edilmiş topraklar argümanı geçersizdir.
Her şeye rağmen İsrail’in istilası tamamlanmış Dar’ul Harp toprakları olduğunu kabul edelim. Bu durumda bile İsrail’in en azından devletler hukukuna uyması şarttır. Sürekli yerleşim yeri açarak müslümanların topraklarını devamlı olarak işgal eden bir devletin, müslümanlarla daimi bir savaş içerisinde olduğunu söylemek zorundayız. Dünyadaki hiçbir devlet, müslümanların İsrail ile olan savaşına gayr-i meşru diyemez. Dedikleri anda kendi meşruiyetlerini kaybederler. Kaldı ki İsrail, İslam Coğrafyasında sapkın dini akımları (FETÖ, Suud Selefiliği, Humeyni Şiası, Adnan Oktar gibi) desteklemekte, darbelere imza atmakta (28 Şubat gibi) ve ülkelerin iç işlerine sürekli menfi anlamda müdahale etmektedir. Bu coğrafyadaki tüm ülkeler, İsrail’in güvenlik mimarisine uygun tarzda yapılandırılmışlardır. Türkiye’de muhafazakârlar ile İsrail arasında zannedildiğinden daha derin ilişkiler mevcuttur. Kısaca İslam Coğrafyasındaki hemen hemen bütün çatışmaların arkasında İsrail’in güvenlik mimarisini görmemiz mümkündür.
Aksa Tufanı Hareketi tamamen meşru bir harekettir. AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın, Aksa Tufanına yönelik “sivilleri hedef aldılar” şeklindeki eleştirilerinin de kıymeti bulunmamaktadır. Zira Aksa Tufanı hareketi hiçbir durumda savaşmayan insanları hedef almamıştır. Hedef yanılması ve kontrol dışı hareketlerle ilgili de Hamas gerekli açıklamaları yapmıştır. Aksa Tufanı Hareketine gayr-i meşru diyenler kendi meşruiyetlerini kaybederler.
Comments