Dünyanın Kırılma Anı: Aksa Tufanı (Önsöz)
- okukitap.net
- 15 Kas 2023
- 4 dakikada okunur
“Soluk soluğa süratle koşan, (koşarken ayaklarını) vurarak ateş çıkaran, sabah erkenden baskın yapan, orada tozu dumana katan ve düşman topluluğunun ortasına dalan atlara andolsun ki…”

7 Ekim 2023… Dünya tarihinin kırılma anı. Tarih sadece makas değiştirmedi; kırıldı. Paradigmaların, güvenlik algıları ve mimarisinin çöküşü. Filistin’de “Filistin İslami Direniş Cemaati (Hamas)nin” askeri kanadı İzzeddin el Kassam’ın bir avuç mücahitle gerçekleştirdiği “Aksa Tufanı” operasyonu, dünya tarihinin yeniden yazılmasına neden olabilecek derecede önemli olaylar dizisine sebep oldu. Gerçi iki sene önce Afganistan’da Taliban’ın NATO kuvvetlerini tüm bileşenleriyle perişan edip Afganistan İslam Emirliğini kurması da dünya tarihini değiştirecek kırılma noktalarından birisi sayılır. Ama Afganistan’ın 20 yıllık işgal enkazını kaldırması elbette biraz zaman alacaktır. İstikbalde Afganistan’ın dünya üzerinde söyleyecek çok sözü olacaktır.
Aksa Tufanı, İsrail’in güvenliği ekseninde oluşturulmuş ideolojik ve güvenlik mimarisini bir anda yerle bir etmesi anlamında önemli. Çünkü özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra kurulan dünya düzeni, ideolojilerin ekseninde oluşmuş ve Fransız Devriminden bu yana ilk kez kurumsal düzeyde tüm dünyaya egemen olmuştur. Milliyetçilik dâhil olmak üzere tüm ideolojiler, aslında kitapsız “dinler” olduklarından kitaplı kimseler tarafından kullanılmaya müsait bir yapıya sahiplerdi. Ve ideolojik hareketler ve devletler aslen “hamasetten” başka herhangi bir güce de sahip değillerdir. Peki, ama bu kitapsız din sahiplerini kim kullanıyordu veya onları kim idare ediyordu? Cahiliyye Dönemi Medine’ye bakalım.
Kaynakların belirttiğine göre Medine’nin nüfusu 10.000 kişi idi. Bu nüfus, Evs, Hazrec kavimleri ve Yahudilerden müteşekkil idi. Medine’de az sayıda da Hıristiyan olduğu rivayet edilmiştir. Evs ve Hazrec kavimleri, Mekke’deki Kureyş Kabilesi gibi müşrik olarak anılıyordu ve aralarında 120 yılı aşkın bir zaman diliminde kavmiyetçiliğe dayanan zaman zaman artan, zaman zaman da ateşi küllenen bir savaş vardı. Yahudiler, bir kitap sahibi diğer insanlara nazaran eğitim vesilesiyle öne geçseler de onlarda hem kendi aralarında çeşitli kronik çatışmalar yaşıyor hem de diğer insanları kontrol altına alamıyorlardı.
Evs ve Hazrec’in genel geçim kaynağı çiftçilik idi. Yahudiler ise ticaret ile meşgullerdi. Faizli borç da verdiklerinden Evs ve Hazrec’in hemen hemen tamamı ağır borçların altında hayatlarını sürdürüyorlardı. Tek başına bu faiz olgusu bile Yahudiler ve diğer insanlar arasına bariyer koyuyor ve toplumsal dayanışmaya engel oluyordu.
Medine’de 27 çeşit kabile mensuptu ve her kabilenin bir lideri vardı. Medine’nin yönetiminde kabul edilmiş bir lider yoktu. Hz. Muhammed (sav) Medine’ye gelmeden önce her ne kadar içlerinden Abdullah İbn-i Selül’ü lider olarak seçme çabaları olsa da Selül’ün de kavmiyetler arasındaki ihtilaflarda adil olmayacağını zira geçmişte tüm meselelerde haksız da olsa kavminden yana taraf tuttuğunu ve zengin Yahudilerle ittifak ederek kavminin bile sömürülmesine ortak olduğunu herkes biliyordu. Kısaca Medine ehli denize düşmüştü ve yılana sarılmakta bile mahzur görmüyordu. Bu noktada bir parantez açalım.
Aslında belki de dünya üzerinde dünyanın en saf temiz insanları Medine’liler özellikle Evs ve Hazrec kavminden olan insanlardı. Kullanılmaya müsait insanlardı. Okuma yazmaları yoktu ve okuma yazma bilen Yahudiler karşısında kendilerini küçük görürlerdi. Aralarına ufak bir kıvılcım atılsa bile hemen birbirleriyle çatışmaya hazırdılar. Bir şeye inandıkları veya birilerine güvendikleri zaman meselenin önünü ve arkasını düşünmeden hemen harekete geçerlerdi. Hz. Muhammed (sav) ve arkadaşları Medine’ye hicret ettiklerinde sonradan Ensar adını alacak olan Evs ve Hazrec kavimleri hicret edenlere yani muhacirleri, tarlalarına hemen (sermayesiz) olarak yarıya yarıya ortak etmek istemiş ama Hz. Muhammed (sav) bunu istememiştir. Bundan böyle Ensar çiftçilikle ürünleri üretecek ama muhacirler de bu ürünü satarak işin ticari boyutunu üstleneceklerdi. Bu formül kısa zamanda Ensar’ın da zenginleşmesine vesile olmuştur. Zira Mekke’den gelen muhacirler, ticaretten iyi anlar, insanların kurnazlıklarını hemen kavrayacak durumda idiler. Bu sebeple hem Ensar’ın malları değerinde satılmış hem de Muhacirleri kısa zamanda Medine’yi ticaret merkezi haline getirmişlerdir. Meseleye bu açıdan bakılırsa her ne kadar Evs ve Hazrec kavimlerinden olan müslümanlar, Ensar ismi ile anılsa da gerçekten de muhacirler olmasa Ensar’da hayatları boyunca ayağa kalkamayacak, kendi iç çatışmaları içinde boğulacak ve malları heba olup gidecekti.
Mekke’nin siyasi dinamiğinde ticaret ve para zirvede idi. Aslında bizzat Kureyş Kavmi ibaresi bile bize bu ilhamı vermektedir. Günümüzde kullandığımız “kuruş” kelimesi paranın bir birimini oluşturur ve kuruş kelimesi “Kureyş” kelimesinden türetilmiştir. Medine’de ise kavim kültürü daha ön planda idi.
Medine birçok etnik ve dini grubun egemen olduğu siyasi birliğin mevcut olmadığı 10.000 kişilik kargaşa toplumundan fazlası değildi. Bu manası ile Medine’de şehir değildi. Gerçi siyasi birliğin olmaması insanların kendi kimlikleriyle var olmasını sağlasa da netice de kimlikle ve kavimler savaşının da önüne geçilemiyordu. Medine’de şehir kurmak ve insanların ortak katılımı ile bir devlet kurmak kâğıt üzerinde gerçekten de çok zordu. O dönem Araplarının içerisinde birilerinin ön plana çıkarak ve yanına silahlı güçleri yaparak darbe yoluyla yönetimi devralması da çok zordu. Darbeler en nihayetinde toplumun bir kısmını oyun dışına atmak zorunda olduğundan toplum dışına atılan kimselere karşı komşu devlet veya süper güçlerden yardım almak zorunlu olduğundan darbelerin dahi siyasi birliği sağlaması mümkün olamayacaktı.
Tüm bu kargaşanın ortasında gemisini sadece Yahudiler yürütebiliyordu. Çok kuvvetli olduklarından değil, “kitapsızların” birbirine düşmesinden ve ticaret adı altında yaptıkları sömürülerden. Ama Hz. Muhammed (sav) bilgi, hikmet ve demirle bu oyuna son verdi.
Aksa Tufanından önce aslında tüm dünya tufanlar içerisindeydi. Kudüs ve çevresindeki ülkelerde “İslam” egemen değil, kitapsız dinler dediğimiz muhafazakârlık, milliyetçilik, solculuk ve sağcılık dinlerinin pençesinde ve birbirleriyle sürekli ve amansız kavgaların içerisinde idiler. İsrail’in, İslam Coğrafyasında “güvenlikli” olarak yaşamasını sadece ABD desteğine ve silahlarına bağlamak bu yüzden anlamsız. Aksa Tufanından önce bölge ülkelerine baktığımızda Türkiye ile İsrail arasında Gazze Doğalgazının pazarlanması noktasında anlaşmanın son adımları atılmak üzere idi. Türkiye, İsrail ve Azerbaycan üç stratejik ortak gibi Kafkasya’da ortak askeri operasyonlara başlamışlardı. İsrail ile Suudi Arabistan yönetimleri “normalleşme” adımlarının sonlarına yaklaşmışlardı. Suriye’de İran vesilesiyle müslümanların güçleri dağılmış ve mezhepçilik zirveleri oynuyordu. Bölgede İsrail adeta başat bir roldeydi ve bölge onun ekseninde dönüyordu. Tam o sırada.
“Soluk soluğa süratle koşan, (koşarken ayaklarını) vurarak ateş çıkaran, sabah erkenden baskın yapan, orada tozu dumana katan ve düşman topluluğunun ortasına dalan atlara andolsun ki…” (Adiyat Suresi: 1-6)
Bir şafak baskınıyla Gazze’den İsrail’e sızan bir avuç mücahit:“Muhakkak Allah'a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: 'Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara Suresi: 259)Ayetine inanarak İsrail’in güvenlik mimarisini darmadağın ettiler. Sadece İsrail değil tüm dünya neye döndüğünü şaşırdı ve yıkılmaktan korktu. Korktu çünkü Amerikan, İngiliz ve Fransız Savaş Gemileri Gazze’ye doğru harekete geçti. İslam Coğrafyasındaki muhafazakâr liderler, “tarafları” sükûnete çağırdı. Dünya çalkalanıyordu. Zira ilk kez “KİTAAPLI” müslümanlar adım atıyordu. İsrail telaşlanmakta haklı idi. Dünya telaşlanmakta haklı idi. İslam Coğrafyasındaki devletler telaşlanmakta haklı idi. İşin onlar için vahim tarafı, mücahidler bir kitaba dayandıkları için yenilmeleri de mümkün değildi.
Comentarios