İsrail Nasıl Ayakta Duruyor ve Nasıl Yıkılır?
- okukitap.net
- 17 Kas 2023
- 6 dakikada okunur
“Ümmetimden Allah'ın emrini yerine getiren bir topluluk sürekli bulunacaktır. Onları aşağılayan veya onlara muhalefet edenler, onlara asla zarar veremeyecektir. Öyle ki Allah'ın kıyamet emri gelinceye kadar bu topluluk insanlara karşı böyle muzaffer halde kalacaklardır.”

İsrail Devleti’nin onca “düşman ülke” arasında ayakta kalabilmesi özel olarak incelenmelidir. “Düşman Ülke” zira Türkiye’den İran’a, Mısır’dan Suudi Arabistan’a bölgede İsrail düşmanlığını ifade etmeyen devlet yok. İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi 57 ülkenin tamamı İsrail’i bölgede tehdit olarak gördüğünü söylemektedir. Ve aslında nükleer güç olan ve ülkelerin iç işlerine genellikle örtülü ama etkili bir şekilde müdahalede bulunan İsrail’e olan rahatsızlık gerçek. Bölgedeki tüm ülkeler, İsrail’den rahatsız olmalarına rağmen O’na karşı ciddi bir mücadeleye girişmemelerinin en büyük sebebi ise bu ülkelerin hemen hemen tamamının “küresel hedeflerinin” bulunmaması olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye özelinde bir değerlendirme yapalım.
Türkiye’de egemen olan resmi ideoloji Kemalizm, temelde Türkiye gemisini Batıya bağlamak isteyen bir yapıya sahiptir. Batıya bağlılığı reddettiğini sloganlaştıran “Ulusalcı-Kemalist” kadroların ise aynı gemiyi “Avrasya’ya (Çin ve Rusya) bağlamak istediği sır değildir. Kendi ufku olmayan Türkiye’de “Atatürk Milliyetçiliğinden” kaynaklanan Kürt Sorunu kronik bir mesele halindedir. Kurucu iradenin din düşmanlığı da halk ile devletin arasında çekişmelere vesile olmuştur. Her kaba uyum sağlamakta mahir olan muhafazakâr iktidar ise her zıttı telif etme iddiasıyla hiçbir şey yapamamış ve 21 yıllık iktidarında Türkiye’nin bir tane bile kronik sorununu çözemediği gibi başta aile kurumu olmak üzere nispeten sağlıklı olan yapıları da bozmuştur. Adalet ve Kalkınma Partisi kurulduğu günden bu yana “adil” olmamış, kalkınmasının da makyajdan ibaret olduğu ortaya çıkmıştır. İktidara geldiğinde Amerika’nın hazırladığı “Büyük Ortadoğu Projesinin” eş başkanı olduğunu gururla söyleyen Recep Tayyip Erdoğan’nın küresel planlara destek verdiğini söylemek de mümkün. Kendi iç çelişkileri ve kronik sorunlarıyla boğuşan Türkiye’nin, İsrail gibi küresel güçlerin arkasında olduğu bir devlet ile mücadele etmesi mümkün görünmemektedir.
Bu noktada bölgede bulunan İran konusunda itirazlar yürütülebilir. Zira resmi olarak İran, küresel hedefleri bulunan bir İslam Devletidir. Çevresinde bulunan Ehl-i Sünnet halklara rağmen bulunduğu coğrafyada “mezhepçilik” yapan ve çevresindeki ülkeleri sürekli istikrarsızlaştıran İran’ın da İsrail ile çatışacak potansiyeli bulunmamaktadır. Türkiye ve Irak’ı istikrarsızlaştırmak için PKK’yı kullanan ve Suriye’de ayaklanan müslümanları öldürmekte Esed yönetiminden bile daha iştahlı görünen İran’ın ayrıca kendi iç çelişkileri mevcuttur. Zira İran yönetiminde en üst kademede bulunan “mollalar” adeta Hıristiyanlıkta bulunan “Ruhban” sınıfı gibi görünmekte ve ileride gelecek olan Mehdi’nin temsilcileri olarak görüldüğünden her sözleri kanun gibi işlev görmektedir. Bu durumda İran içinde devlet kademelerinde bile rahatsızlık uyandırmakta adeta kast sistemini İran’a dayatmaktadır.
Meselenin en önemli yanlarından birisi de şudur. Bölge ülkelerinin tamamının İsrail’den rahatsız olmasının tabi sonucu olarak İsrail, bölge ülkelerinin tamamında ya yönetimi belirlemekte veya yönetimi etkilemek istemektedir. Ayrıca zannedildiğinin aksine bölgede bulunan ve İslam’ı uygulamayan devletler için İsrail’in varlığı birden çok amaca hizmet etmektedir. Bölgede bulunan devletler için İsrail’in sürekli “tehdit” olarak kalması bölgedeki ülkelerin yönetimlerinin meşruiyet aracı olmasına da vesile olmaktadır. Bu konuda İran ve muhafazakâr iktidara sahip olan AK Parti dikkati çekmektedir. İki yönetimde İsrail’e düşmanlıklarını en üst perdeden ifade etmekte ve tabanda bu sayede meşruiyet elde etmektedir. Aksa Tufanı Hareketinden sonra İsrail’in Gazze’ye kadın ve çocuk ayırmadan saldırısına karşı 57 İslam Teşkilatı Üyesi ülkenin karşı durmaması ve bu devletlerin sadece dudak servisiyle İsrail’e tepki göstermesi yukarıdan bu yana söylediklerimizi adeta doğrulamaktadır.
Aslında İsrail, dini görünümlü “kavmiyetçi/milliyetçi” bir devlettir. Çünkü Yahudilikte bir insan İsrailoğullarından değilse istese bile Yahudi olamamaktadır. Milliyetçi bir devletin ise normal şartlar altında “küresel” iddialara sahip olabilmesi hatta herhangi bir yerde çatışma olmadan ayakta durması mümkün olamaz. Ama Yahudiler, “milliyetçilik” açmazını aşmak için “Masonluk” ve “İlluminati” gibi küresel teşkilatlar aracılığıyla insanları etkileme gücüne sahip olmaktadır. Masonluk gibi örgütlerle insanlar pekâlâ Yahudilere hizmet edebilmektedir. Sözün burasında Hıristiyanlık Dininin yapısal olarak insanları Masonluk gibi teşkilatlara yönlendirdiğini söylemek zorundayım. Çünkü Hıristiyanlıkta, “papazlar” sadece dini temsil etmez, bizzat müstakil dini hüküm koyma hakkına da sahiplerdir. Bu durum Hıristiyan Dünyasında inanılmaz zulümlere sebep olmuş ve insanların dinden uzaklaşmasına hatta dinden nefret etmesine sebep olmuştur. İşin bu noktasında “Kardeşlik”, “Eşitlik”, “Hürriyet” sloganlarını kullanan ideolojiler, insanlara dinin alternatifi olarak kabul görmüştür. Laiklik çatısı altında Kapitalizm, Komünizm, Feminizm, Muhafazakârlık, Milliyetçilik gibi ideolojiler aslında Yahudi mutfağında hazırlanmış tuzaklardır. Bu ideolojilere mensup olan kimseler kitapsız ve ilkesiz oldukları için kullanılmaya müsait bir insan topluluğu ortaya çıkmıştır. Kaldı ki ideolojiler, kardeşliğe, eşitliğe ve hürriyete sebep olmamış ve bu hayalleri pazarlayan insanlar iki dünya savaşında birbirlerini acımasızca yok etmişlerdir. Kısaca İsrail’in bölgede kalabilmesinin en büyük nedeni kapitalizm, komünizm, feminizm, muhafazakârlık ve milliyetçilik gibi ideolojilerdir ve bu ideolojilerle Yahudiler tüm insanlığı yönetme kapasitesine sahip olabilmektedirler.
Bununla birlikte İsrail Devletinin en büyük zaafı ise kendisini istikrarlı kılan Yahudilik Dini oluşturur. Zira Yahudilik sadece İsrailoğullarının girebildiği bir dindir. Durum böyle olunca ister istemez İsrail kendi kimliği ile yayılamamakta ve bir kavme has bir durum arz etmektedir. Bu durumu aşmaya çalışan İsrail, İlluminati gibi örgütlerle dünyaya yayılmaya çalışsa da gerçek kimlikleriyle dünya sahnesine çıkamamaları diğer insanların kendilerine güvensizliğini sağlamaktadır. Ayrıca sadece kendi coğrafyasına hapsolan bir devlet veya medeniyetin zaman içerisinde çökeceği sır değildir. Sınırlarına tıpkı Çin gibi güvenlik duvarı ören İsrail’in Nil’den Fırat’a vaat edilmiş topraklara ulaşması ya insansız bir coğrafya ile mümkün veya bu coğrafyalardaki halkların birbirine düşüp zayıf düşmesiyle imkânlı. İnsansız veya insanların birbiriyle sürekli kavga ettiği bir coğrafyayı ele geçirmenizin de pek bir anlamı yoktur.
İsrail’i güçlü kılan faktör kendileri bile farkına varmasa bile din faktörüdür. Din sayesinde İsrail’de devlet, bir hukuka dayanmaktadır. Tevrat’ın kanun kaynağı olarak kabul edilmesi halk ile devletin kaynaşmasına vesile olduğu gibi kişilerin hukuki ön görüsünü de katkıda bulunmaktadır. Ayrıca İsrail’de en azından kendi vatandaşlarına karşı devletin düşünce özgürlüğü mevcut. Mesela İsrail’de yaşayan kimi Yahudiler, İsrail Devletinin gayr-i meşru olduğunu söylemelerine rağmen herhangi bir hukuki tatbikata uğramıyorlar.
İsrail ilginç bir şekilde müslümanlara da “özgürlük” verebilmektedir. Mesela müslümanlara karşı toplu soykırım bulunmamaktadır. Müslümanların cemaat halinde yaşamalarına izin verilmiştir. Müslümanların hem kendilerine ait mahkemeleri hem de okulları mevcuttur. Bu durum ister istemez İsrail Devletini istikrarlı kılmaktadır. Türkiye gibi laik ülkelerde müslümanların okulları ve mahkemeleri bulunmamaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı bile Türkiye’de laikliğe göre faaliyette bulunur.
Aksa Tufanı Operasyonu sonrası İsrail’in savaş adı altında soykırıma imza atması aslında bizzat kendisini geri dönülmez noktaya ilerlemesine vesile olmuştur. İsrail’in Gazze’ye hesapsız ve çocukları hedef alan saldırıları kendi mezarını kazmaktan farksızdır. Çünkü gerçekten de kontrolsüz güç, güç değildir. Normal şartlar altında Yahudilerin, müslümanları öldürmesi sanıldığının aksine kolay değildir. Zira müslümanlar, Hz. Musa (as) dâhil tüm Peygamberlere inanmaktadırlar. Bir insanın hem Yahudi olup hem de müslümanlarla çatışma motivasyonuna sahip olması kendi başına zordur. Bir de üstüne İsrail askerlerinin müslümanların, bebek ve kadınlarına hedef gözeterek saldırması İsrail ordusu içinde bile cinnetin yayılmasına sebep olacaktır. Ayrıca soykırıma uğrayan bir halk için artık savaş geri dönülmesi imkânsız bir dönemeç noktasıdır ve bu savaş uzadıkça İsrail Halkı içerisinde korku hastalık haline dönüşecektir.
İsrail, çok dinli ve çok kültürlü bir yapıya izin veren yapısıyla medeni bir toplum ve şehir olsa da dinlerinden kaynaklanan diğer insanları hiç yerine koyma akaidi zaman içerisinde politikaya dönüşerek nefret objesi olmaya da adaydır Ayrıca Yahudilerin, Hz. Muhammed (sav)’i tanımaması aslında yüce bir peygamber olan Hz. Musa (as)’a da ihanet anlamındadır. İhanet eden ise sürekli hiç ummadığı yerden darbe yemeye mahkûmdur. Hainler birbirlerine de güvenemezler.
Hamas’ın Aksa Tufanı saldırısı, İsrail’in güvenlik konusundaki zaaflarını ve makyajını da ortaya çıkarmıştır. Hamas’ın muazzam ötesi ve filmlerde bile olamayacak derecedeki muhteşem eylemleri İsrail’i şaşkına çevirmiştir. Bundan sonra İsrail velev ki Gazze’yi bile yok etse asla güven içerisinde yaşayamayacaktır. Çünkü bir kere olan eylemin, tekrarlanma olasılığı birincisinden daha kuvvetlidir. Komplo teoricilerinin ve İsrail'i tanrı ilan edenlerin İsrail'in perişanlığını gizlemeye çalışmaları da beyhudedir. İsrail, asla müslümanları dize getiremeyecektir ve yıkılıp gidecektir. Çünkü müslümanları esas kuvvetli yapan ve onları tabiatüstüne çıkaran kuvvet Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an-ı Kerim hakkında şöyle buyrulur: “Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur'an)'den şüphe içindeyseniz, o zaman, siz de bunun benzeri bir sûre getirin. Ve eğer doğru sözlüyseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) çağırın. Ama yapamazsanız -ki kesin olarak yapamayacaksınız bu durumda kâfirler için hazırlanmış ve yakıtı insanlar ile taşlar olan ateşten sakının.” (Bakara Suresi: 23-24)
Kur’an Allah’ın kelamıdır ve mucizedir. Mucize, tabiatüstü ve benzeri getirilemez manasındadır. Buradaki mucize hem edebi hem de içerik olarak olduğu gibi insanları etkileme açısından da mucizedir. Mucizenin en bariz vasfı insanları aciz bırakmasıdır. Hz. Muhammed (sav)’in 23 yıl gibi kısa sürede muazzam bir başarı kazanmasının ardında da en başta Kur’an-ı Kerim mucizesi bulunmaktadır. Bu sebeple hangi topluluk (cemaat) Kur’an ile yola çıkarsa karşısındaki insanlar ne kadar kuvvetli olursa olsun, onlar karşısında aciz kalmaya mahkûmdur. Buhari’de zikredildiğine göre Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden Allah'ın emrini yerine getiren bir topluluk sürekli bulunacaktır. Onları aşağılayan veya onlara muhalefet edenler, onlara asla zarar veremeyecektir. Öyle ki Allah'ın kıyamet emri gelinceye kadar bu topluluk insanlara karşı böyle muzaffer halde kalacaklardır.”
Aksa Tufanı hareketi, Kur’an ile yola çıkan Hamas tarafından yapılmıştır. Esasen böyle muazzam bir eylemi, muhteşem bir disiplinle Kur’an-ı Kerim’i merkeze almayan hiçbir gücün gerçekleştirmesi mümkün değildir. İsrail, eylem sonrası kelimenin tam anlamıyla aciz kalmış ve İslam Teşkilatına Üye olan 57 ülkenin maskeleri de düşmüştür. Bu “tufandan” sonra sadece İsrail zaafa uğramamış 57 ülkenin yönetimleri de büyük bir zaafa uğramıştır. Hamas’ın İsrail’e düzenlediği muazzam saldırı Türkiye’deki muhafazakâr iktidarın maskesinin düşmesine de hizmet etmiştir. Bu açıdan da değerlidir.
Son olarak İsrail’in dünyaya pazarladığı “kardeşlik, eşitlik, hürriyet” teslisine dayanan ideolojileri de Gazze’de yapılan soykırım sonrası iflas etmiş ve tüm dünya halkları İsrail’in dünyanın en vahşi devleti olduğunu görmesine vesile olmuştur. Tüm dünyada İsrail nefreti yayılmaktadır ve bu yayılmanın önüne uluslararası medyada geçemeyecektir.
Comments